- Text Size +

Bölüm 1

 Bir ateş topu halinde gökyüzünden indi. Şehir meydanı gün ortasında oldukça kalabalık ve karmaşıktı. Bu yüzden kaç kişinin öldüğünü, kaçının yaralandığını çıkarmak kimsenin o anda fırsat bulabileceği bir eylem değildi. Tek bildiğim şey sayının çok yüksek olması gerektiği. 100-150 kişi darbenin altında ezilmiş ya da etkisiyle savrulup ölümle biraz daha geç de olsa tanışmış olmalıydı. Elbette bu sadece ileride Büyük Tanrıça Nazlı olarak anılacak sonsuz güç sahibi yaratığın ilk perdesinden ibaretti. Gelecekteki kaosa ve yıkıma  işaret niteliğinde bir giriş... Ona da bu yakışırdı zaten.

 O, 20 yaşlarında genç bir kızın görünüşüne sahip 50 metre boyunda bir devdi. Kıvırcık, uzun sarı saçları ilk göze çarpan özelliğiydi. Uzun bacaklara ve kusursuz vücut hatlarına sahipti. Yumuşak görünüşlü teninde en ufak bir kusur göze çarpmıyordu. Tamamen çıplak olmasına rağmen... Göğüsleri fazla olmasa da iriydi. Yüzü mehtap gibi üzerimizde parlıyordu. Bunun nedeni elbette kendi hizasından çok aşağıda, ayağının etrafında gezen bizi görmek için başını aşağı eğmesi gerektiğinden.

 İlk şoku atlattıktan sonra herkes çarpışma noktasından olabildiğince hızlı uzaklaşmaya odaklanmıştı. O ise oracıkta durmuş bizi izliyordu. Yüzünde bir tebessüm vardı. Fakat bu tebessümde ne şefkat ne de acıma vardı. Bana bir çocuğun, tüm güçleriyle kendinden kaçmaya çalışan karıncaların çaresizliklerine gülüşünü çiz deseler herhalde böyle bir şey aklıma gelirdi.

 Bir nur topu olarak düştüğü noktada devasa bir krater oluşmuştu. Etraftaki binalar bir deprem olmuşçasına, kimi tamamen kimi kısmi olarak, yıkılmıştı. Çarpmanın yarattığı devasa şok dalgası 2 km ötedeki binaların camlarını indirmişti. Çarpma noktasına daha yakın olan bölgelerde yer yer yangınlar patlak vermişti. Sakin bir şekilde gününe devam eden şehir, birden kıyamet gününü aratmayacak bir kaosa bürünmüştü.

 Sonra ilk adım geldi. Büyük bir gürültü ve onunla gelen şaşırtıcı derecede ufak bir sarsıntı. Bu kadar büyük bir varlığın attığı adım bu kadar mı narin, bu kadar mı zarif olabilir. Devasa boyutlarına rağmen sanki her bir zerresi kuş tüyünden gibi. Normalde tek bir adımı bizim ayaklarımızı yerden kesmeye yetmeliydi. Hissettiğimiz ise sadece hafif bir dokunuş oldu. Fakat bunun kalabalık üzerinde yarattığı etkinin normalde olacağından daha az olduğunu söylemek güç olurdu. Herkes sağa sola kaçışmaya başladı. Bense olduğum yerde kilitlenmiş, önümdeki manzarayı seyretmekten başka bir şey yapamaz haldeyim.

 Kraterin bulunduğu noktadan 100 metre ileride büyük Yunus Emre Parkı vardı. Birkaç adımda bu mesafeyi kapattı ve parkın tam ortasında durdu. Diğer parklara kıyasla oldukça büyük olan bu park, onun için biraz büyük bir kum havuzu gibiydi. Ellerini beline koydu ve bir süre etrafı gözledi. Herkes ne yapacağını beklerken birden insanın tüylerini kaldıran, derin ama bir o kadar kadınsı sesiyle konuşmaya başladı:

“Güzel(!) Ben de bu iş sıkıcı olur diye düşünüyordum tam da. Anlaşılan kızlar Haklıymış. Bütün yaratılmış uzay içinde en az gelişebilen akıl sahibi varlık sizsiniz. Pek etkileyici değil açıkçası. Ama tabi ki de bu benim eğlenememem anlamına gelmiyor değil mi.”

Bir süre duraksadı ve sıkılmış gibi iç çekti. “Uhhhh. Pekala. Benim adım Nazlı. Elbette siz bana Tanrıçam ya da Büyük Tanrıça Nazlı olarak hitap edeceksiniz. Tabi hitap edecek kadar yaşayabilirseniz.”

Bunları söyledikten sonra ayağının dibine kaydı gözleri. Şaşırmış gibiydi. Anlaşılan hala kaçmayıp orada öylece kendisini dinleyen bir güruh vardı. Onun varlığından büyülenmiş adamlar (ya da kadınlar) olmalıydı. İlgisini çeken bu manzara üzerine zarif bir şekilde eğildi ve insanlardan birini iki parmağını kullanarak yakaladı. Kolay olmuştu çünkü bazıları hala ne yapacağını bilemeden öylece duruyordu. Yapması gereken tek şey içlerinden birini seçmek olmuştu. Uzun boylu sarışın bir insandı bu. Durumun ciddiyetinin farkına vardığında delirmişçesine kımıldanmaya başladı. Nazlı onu iyice inceledi. Uzuvlarını tutup çekiştirerek dayanıklılığını kontrol etti. Fakat sağ bacağıyla oynarken fazla güç uyguladı ve birden kanlar içindeki uzvu adamdan ayrı şekilde iki parmağının arasında buldu.

 “Oops. Küçük oyuncak askerimi kırdım galiba. Bizimkiler sizi yaratırken biraz daha sağlam yapsalarmış keşke. Her elime aldığım kırılacaksa nasıl eğlenebilirim.”

 Avcunun içinde acı içinde kıvranan adamın yere düşmesine izin verdi. Sertçe yere düşen adam büyük ihtimalle zaten ölmüştü. Ama Nazlı durmadı ve sertçe cansız bedenin üstüne bastı. Ayağının altındakini bütün gücünü kullanarak ezdi. Üstünden çektiğinde adamdan geriye kalan tek şey kırmızı bir lekeydi.

 Nazlı herkesin duyması için yüksek sesle konuştu: “Arkadaşınız gerçekten çok şanslı olmalı. Benim tarafımdan yok edilen ilk böcek oldu değil mi? Gerçi buraya gelişim eminim birkaçınızın daha ezilmesine neden olmuştur. Ama aynı şey değil tabi ki. Onlar tamamen kazaydı” derken yüzünde alaycı bir ifade vardı. “Merak ettim. Acaba bu küçük böcek yuvasında başka ilginç ne var.” dedi. Tek bir adımıyla parktaki ağaçların ve bütün insanların üstünden geçti. Ardından dünyaya indiği alanı ilk kez terk ederek şehrin içlerine doğru yöneldi. Nereye bastığı konusunda en ufak bir endişesi yoktu. Onun gibi sonsuz güçlü ve yüce bir varlık yürürken ayağının altındaki böcekleri düşünemezdi. Şu veya bu şekilde birilerinin ölmesi kaçınılmazdı sadece A noktasından B noktasına ilerlerken bile.

 Yüksek gökdelenlerin arasında ilerlerken içlerinden birinin balkonundan sarkmış, elindeki fotoğraf makinesiyle onun bir kaç iyi karesini yakalamaya çalışan bir insan gördü. Yoluna aynı şekilde devam ederken zarif ve kıvrak bir hareketle adam daha ne olduğunu anlayamadan onu yakaladı ve yüzünün hizasına getirdi. Yumruğunu içinde onu sımsıkı sarmaladığı için adam kafası hariç bir yerini oynatamıyordu. Elindeki makine de 15 kat yüksekten kaldırıma düşüp parçalanmıştı.

 “Cesursun. Cidden öylesin. O işe yaramaz makineyle beni çekmen hayatından daha mı önemli ha. Küçük böcek seni. Şimdi sana naapmalıyım.” Boşta olan eliyle çenesini kaşıdı. Seçenekler sonsuzdu. Ama en yaratıcı yolları şimdi kullanıp sonra sıkılmak istemiyordu. “Elimi biraz daha güçlü sıkıp iç organlarını ağzından fışkırtabilirim. Ya da vücudunu parça parça koparıp acı çekerek ölmeni bekleyebilirim.” Fakat sonunda hiçbirini yapası gelmemişti. Basitçe adamı tuttuğu elini gevşetti ve iki parmağıyla kazağının ensesinden yakalayarak yerden metrelerce yüksekte sallanmasına izin verdi. Daha sonra diğer elini yakınlaştırır ve işaret parmağını tırnağından başparmağına bastırarak parmaklarındaki büyük gücün birikmesini sağladı.

 “Şu an gerçekten yaratıcı bir ölüm düşünme havamda değilim. Her neyse. Bakalım tek parmağımla seni ne kadar uzağa yollayabiliyorum.” Bir anda bütün kuvvet parmak aracılığıyla adamın sallanan bedenine iletildi. İnanılmaz bir süratle Nazlının elinden fırlayan et parçası, 300 metre kadar ilerideki binanın cam yüzeyine çarptı ve bir paintball mermisi gibi patladı.

 “Hahahaha. Bu kadarını ben bile tahmin edemezdim. Gerçekten. Tek parmağımda sizden yirmi taneyi ezecek güç olmalı.” dedi bir yandan tırnaklarını kontrol ederken.

 Bu söylediği tamamen rastgele rakam, etraftaki kimseye hiç de olanaksız gelmemişti. Böyle bir gücü karşılarında bulmak istemeyen insanlar kalabalık gruplar halinde anayolları terk edip sokaklara dağılmaya başladılar. Buna rağmen hala şoku atlatamamış birkaç zavallı ruh olduğu yerde kalakalmıştı. Yüce Tanrıça Nazlının yolundan çekilmeyi reddeden bu yaratıklara tepkisi aşağılayıcı bir tavırla durumu onlara hatırlatmak olmuştu.

 Hala oldukları yerde duran beş kişiden birbirine yakın duran ikisini tek adımda yok ediverdi. Kalan üç insandan birini diğer ayağının baş parmağıyla yavaşça ezerken “Siz böyle aptal aptal durmaya devam edin. Nasılsa doğal seçilim görevini yapacaktır değil mi”. Sağ ayağını arkaya doğru kaldırdı ve bacak kaslarındaki inanılmaz gücü onu ileri savurmak için kullandı. Kalan ikili birden kendilerini bir Formula 1 arabası çarpmışçasına havalanırken buldular. İçlerinden biri daha şanslısı ki darbeyi daha hafif aldığından yakın mesafeye düşüp hayatta kalmıştı. Bacakları kırılmış ve göğüs kafesi göçmüş olsa da adam, hala nefes alıyordu. Ötekisi o kadar şanslı değildi. Nazlının tekmesi bütün vücudunu içten parçalamıştı. Dıştan parçalamaksa bir kaç saniyelik süzülmeden sonra çarptığı bir binaya kalmıştı. “Şuna bak *cık*, bu kadar beş para etmez varlıkların var olması beni şaşırtıyor doğrusu”. Tekrar şehrin içlerine doğru adımlamaya başladığında yerde yığılmış halde duran yaralı adamı fark etmedi bile. Doğal yürüyüşünü bozmadan onu ezip geçmişti.

  “Ahh boşver ya. Bir şekilde bu sıkıcı gezegende bile eğlenmenin yolunu bulurum. Hiç değilse sınırsız insan kaynağım var”. Bunu söylerken devasa ayağıyla beş kişinin birden üstüne basmıştı. Ardından ayağını bir o yana bir bu yana çevirerek, sigarasını söndürür gibi, şanssız beş kişiyi asfalta yedirdi. Bu hareketinin ardından tamamen şuurunu kaybeden kalabalığın arasından, bastığı yere bir bakış dahi atmadan ilerlemeye devam etti.

You must login (register) to review.