Bir Rüyayı Yaşamak by GiantessTurkish
Summary:

Bu sitedeki ilk Türkçe hikaye. Bakalım...

This is going to be my first story and yes its Turkish. If you decide to check auto-translated version and leave positive comments, I'm thinking of converting the stories in my hand to English as well. 


Categories: Violent, Giantess, Crush, Feet, Humiliation, New World Order, Slave Characters: None
Growth: None
Shrink: None
Size Roles: F/f, F/m, FF/f, FF/m
Warnings: None
Challenges: None
Series: None
Chapters: 6 Completed: No Word count: 8261 Read: 7729 Published: April 30 2022 Updated: February 01 2023

1. Bölüm 1 by GiantessTurkish

2. Bölüm 2 by GiantessTurkish

3. Bölüm 3 by GiantessTurkish

4. Bölüm 4 by GiantessTurkish

5. Bölüm 5 by GiantessTurkish

6. Bölüm 6 by GiantessTurkish

Bölüm 1 by GiantessTurkish

20 Eylül Cumartesi

Gözlerime inanamıyordum. Yüce hanımefendim önümdeydi ve masmavi gözlerini bedenime dikmişti. Normal olmayan ise hanımefendimin alışık olduğum görkemli, hayranlık uyandıran ve bir o kadar da ürkütücü bedeninden eser kalmamıştı. Öyle ki benden en fazla bir 10-15 santimetre uzundu. Ayrıca vücudunu örten tek parça kumaş yoktu. Olayın şaşkınlığıyla saygısızca karşımdaki anomaliye bakmaya devam ettim. Gözlerim gözlerini bulduğunda istemsizce onları hızlıca kendi ayaklarıma çevirdim.

O’nu görmesem de yaydığı enerjideki dalgalanmadan hareket ettiğin hissettim. Bu daha da çok korkmana sebep oldu ve gözlerimi sımsıkı kapattım. Bu şekilde geçen birkaç saniye benim için saatler gibi gelmişti. Sonunda çenemin altında bir belli belirsiz bir dokunuş hissettim. Hanımefendimin eliydi bu. Biliyordum çünkü teninin hissi, yumuşaklığı ve hatta kokusu bunca zamandan sonra silinmeyecek şekilde hafızama kazınmıştı. Yavaşça kafamı yukarı kaldırdı. Gözlerim hala kapalı olsa da, yüzümün onun kusursuz yüzüne yaklaştığını yüzüme vuran ferahlık verici ve sıcak nefesinden anlayabiliyorum. 

Bana kısaca “Aç” diye emretti. Ne kadar korkmuş ve savunmasız olsam da dediğini yapmam için ikinci bir kere söylemesine gerek yoktu. Birden karşımda Ay’a benzeyen, ışıklar saçan, nefes kesici yüzünü gördüm. O an kendimi kaybedip bayılacağımı sandım. Fakat olmadı... Bir güç beni kendimden, artık yüzlerce kat büyük olamasa da, sonsuz kat üstün bu varlığın karşısında ayakta tutuyordu. Fakat aynı güç bedelini göz yaşlarımdan aldı. Ardından ikinci emir geldi.

“Diz çök”

Bu emre uymam da fazla zor olmadı. Görüş seviyem alışık olduğum konuma yaklaştıkça sırasıyla kusursuz ve iri göğüsleri, düzgün karnı ve ardından da bir canavar gibi görünen ve sivri dişleriyle bana sırıtan kadınlık organı... Hepsi bu yeni seviyeden yukarıda kalmıştı. Bu durum beni oldukça rahatlatmıştı ve üzerimdeki baskıyı biraz olsun kaldırmıştı. Yukarı doğru baktığımda hanımefendimin başını hiç oynatmadan burnunun ucundan ve göğüslerinin üstünden bana baktığını gördüm. Tam karşımda ise o canavar duruyordu. Sırıtması hala yüzündeydi ve etrafa salyalar saçmaya başlamıştı. Derken üçüncü emir geldi.

“Yala”

Ve ben de itaat ettim. Yüzümü korkunç canavara doğru yaklaştırdım. Hanımefendimin istediğimi yapmak benim için bir emirden öte bir yaşam amacıydı. Bu canavar da ne olursa olsun onun bir parçasıydı ve tapınılmaya hakkı vardı.

Canavara yaklaştığımda beklenmedik bir şey oldu. Canavarın ağzı aniden mantığa aykırı şekilde açılarak bir timsahınki kadar büyüdü. Yüzümün tamamını içeri aldı ve beni karanlığa boğdu.

...

Aniden gözlerimi açtım. Her tarafım ter içindeydi ve nefes nefese kalmıştım. Hemen yüzümü kontrol ettim. Her şey sağlamdı. Etrafa baktım ve nerede olduğumu hatırlamaya çalıştım. Bazı aralıklardan içeriye minik ışın demetleri süzülse de ortam genel olarak karanlıktı. Beynim, yeni uyanmış olduğum için yavaş çalışıyordu. Sonunda etrafımdaki kumaşın dokusunda ve kokusundan dün geceyi hatırladım. Hanımefendim, gerçekten sıkılmış olsa gerek, beni biraz hor kullanmıştı. Üzerimdeki hafif yapışkanlıktan ve vücudumun çeşitli bölgelerindeki çürük ve morluklardan epey hararetli bir gece olduğu belliydi. Fakat acı hissetmiyordum. O his köreleli çok zaman oldu. 

Kendi kendime “Umarım onu biraz da olsa tatmin edebilmişimdir.” Diye geçirdim. Çünkü eğer öyle olmadıysa hakkını verecek bir ceza yoldaydı.


End Notes:

İlk bölüm bir giriş sadece. Ancak genel olarak bölümler bu şekilde kısa olacak


The first chapter is just an intro. But in general, the chapters are going to be really short for this story

Bölüm 2 by GiantessTurkish

Ağır ağır sürünerek içinde bulunduğum kumaştan hapishanede çıkışı bulmaya çalıştım. Uzun bir uğraştan  sonra buruşturulmuş külottan kendimi kurtarmayı başarmıştım. Hanımefendimin devasa yatak odasının uçsuz bucaksız zemini her yanıma doğru uzanıyordu. Kuvvetle muhtemel, orgazmla gelen rahatlamanın sonucunda pembe külotuyla beni top halinde odanın ortasına fırlatıvermişti. Zaten arkadaşıyla telefonda konuşurken duyduğumuz üzere, dün gerçekten çok yorulmuştu.

Hemen kendimi toplayıp yola koyuldum. Hanımefendim uyanmadan yerime dönmeliydim. O’nun yattığı yatağın hemen ayak ucunda, yerde bulunan yuvamıza doğru yürümeye başladım. 

Akşam Hanımefendimin arkadaşı Selma Hanım, birkaç kadeh içmek için eve gelmişti. Uzun ve gürültülü saatler boyunca eğlendiler. Selma Hanım gece yarısına doğru ayrıldıktan sonra Hanımefendim, alkolün de etkisiyle, küçük grubumuza çok büyük bir dehşet yaşatmıştı. Özellikle en iyi anlaştıklarımdan Halil, fena hasar almıştı. Hanımefendim onu eliyle şiddetlice sıktıktan hemen sonra yatağa fırlatmış ve yerine kullanmak üzere beni almıştı. Bu nedenle durumunun ne kadar ciddi olduğunu tam kestiremiyordum.

Maket bıçağıyla kesilmiş kapıdan içeri girdim ve üzücü bir manzarayla karşılaştım. Halil yoktu. Kalan herkes dünden kalan yaraları sarmaya çalışıyordu. Tuğba acı içinde yerdeki sünger parçası üzerinde yatan eşi Osman’ın başını beklemekteydi. Hasan bulduğu bir tuvalet kağıdı parçasıyla kıpkırmızı olmuş kafasını sarmaya çalışmıştı. Dimitri ve Alexander kardeşler köşede alevli bir tartışma içerisindeydi. Lakin Rusça konuştukları için bir şey anlayamadım. Grubun en ürkeği Yakup ise kapının karşısındaki duvarın dibinde oturmuştu. Dizlerine sıkıca sarılmış titrek bir sesle bir şeyler sayıklıyordu. Yanına gittim ve kalkması için yardım ettim:

“Halil nerede?” 

“B-bilmiyorum. Dün geceden beri gören olmadı. Galiba O-onunla beraberdi.”

İçimi bir telaş aldı. Halil’i öldürmüş olabilir miydi. Genelde Hanımefendim işini bitirdikten sonra herkesi geri yerine koyardı. Bunu yapmadığı çok nadirdir.

“Dün Halil’i elinde fena hırpaladı. Eğer istese onu biraz daha sert sıkıp tüm kemiklerini ufalayabilirdi. Sen de gördün.”

“H-h-haklısın. B-belki de o...” sözü derinden gelen, düşük frekanslı bir sesle kesildi. Hanımefendimin esnemesiydi bu. Uyanmıştı. 

Birkaç dakika sonra yer, şiddetle sarsıldı. İçerideki herkes içgüdüsel olarak ayakkabı kutusundaki deliklerden dışarı baktı. Sadece biçimli, uzun ayakları görüş açısındaydı. Fakat kutunun içinde bulunan herkes, O’nun vücudunun bu parçasının, belki de en güçlü ve tehlikeli parça olduğunu biliyordu. Onlara büyük saygı duyuyorlardı.

Hanımefendim hafifçe inledi ve biz ne olduğunu anlayamadan bacaklarını iki yana açtı. “Aiyh, ben de neden ıslandım diye merak etmiştim. Demek sendin...” 

Bunu dedikten sonra sağ elinin iki parmağını vajinasının içine sokarak kendine rahatsızlık veren minik paraziti bacağından yakaladı. Eli zavallı yaratığa temas eder etmez can çekişen bir hayvanı andıran, boğuk sesler duyuldu. Birkaç saniye sonra Halil devasa parmaklardan baş aşağı sallanırken bize bakıyordu. Hanımefendimin hafifçe öne doğru eğildiğini gördük. Aniden parmaklar aralandı ve zavallı Halil, ölümcül bir yükseklikten, kutumuzun aşağı yukarı iki yüz metre ilerisine düştü. 

Hanımefendimiz tekrar yükseldi. Bunu peş peşe gelen ritmik ayak sesleri takip etti. Bakışlarımız arasında idrak edilemeyecek boyutlardaki Üstün Halil’in üzerinden adımladı ve rahat bir süratle odadan dışarı çıkarak banyoya yöneldi. İçeriden gelen duş sesine kadar başka ses duyulmadı.

  Halil, hepimizin görebildiği kadarıyla, çok kötü durumdaydı. Herkese içeride kalmalarını tembihleyip hızlı adımlarla ona doğru ilerledim. Vardığımda yaklaşık 5 dakika geçmişti. Yerde yatan Halil’in seviyesine inip nasıl olduğunu sordum.

“Ölmek istiyorum... Öldür beni... Öldür!”

“Bunu yapamam Halil. Merak etme her şey iyi olacak.”

Nefes alamadığı için olsa gerek kesik kesik konuşabiliyorum. “Anlamıyorsun. Bunu istemiyorum. İyileşmek istemiyorum. İyileşip bunu... yeniden yaşamak... İstemiyorum”

Konuşmamız o çok aşina olduğumuz ritimle kesildi. Hepiniz dikkat sesin geldiği yöne döndük ve kaçınılmaz olana kendimizi hazırladık. 

Thump Thump Thump Thump...

Hanımefendimin bakım zamanı sona görünüşe göre.

Zarif bir adımla içeri girdi. Bizim burada olduğumuzu hatırlaması için içimden dua ediyordum. Aksi halde bizi fark etmeden ezip geçebilirdi. Ancak bunu anlamak için gözlerine bakamıyorum. Çünkü masmavi gözleri beni olduğum yere mıhlar diye korkuyordum. Bu yüzden ayaklarına bakıyordum. Ve yaklaşıyorlardı. Neyse ki aramızdaki mesafe sayılı metrelere indiğinde durdu. Tamamen onun merhametindeydik.

“Aww, arkadaşını kurtarmak için mi geldin? Küçük bir böcek için onurlu bir hareket.” Bunu söylerken görmesem de O’nun bakışlarını üstümde duran bir fil gibi hissediyordum. “Ne yazık... Bu şeyi daha fazla kullanamam. Çok hasar gördün değil mi küçük şey. Üzgünüm ama kırılmış bir oyuncakla daha fazla işim olamaz.”

Sağ ayağının bana çarpmasıyla ne olduğumu şaşırdım. Yuvarlanmayı bıraktığımda sırt üstü yatıyordum. İstemsizce yukarı bakmak zorunda kalmıştım. O bir tanrıçaydı. Bunun tartışılmaz bir gerçek olduğunu çoktan anlamıştı. Bu nedenle yaptığı her şeyi yapma hakkı doğal olarak vardı. Ve sonsuz güç ve sonsuz yücelik sahibi bir tanrıça olarak tapınılmaya hak ediyordu.

Beni yuvarlayıp atan ayak eşinin yanına döndü. “Senden kurtulmam senin için de daha iyi olacak. En azında bu acınası hayatı yaşamaya devam etmek zorunda kalmazsın.” Bunu söyledikten sonra bu kez sol ayağı hareketlendi. Dizini mümkün olduğu kadar kırarak ayağına yukarı, en yukarı çekti. Sonra birden şiddetli biçimde yere indirdi 

“Crunch”

Halil kısa bir saniyelik son bir çığlığa gücünü zor yetirmişti yok olmadan önce. Hanımefendim emin olmak için topuğunu kaldırıp ayağını parmak ucunun üstünde sağa sola çevirdi. Tıpkı bitmiş sigarasının izmaritini söndürür gibi onun hayatını söndürmüştü.

Yakındaki makyaj masasından bir tane ıslak mendil alarak kirlenmiş ayağını temizledi. Daha sonra aynısını odasının tahta zeminine de yaptı. Sanki Halil birkaç dakika önce orada değilmiş gibiydi. 

Hanımefendim aynı rahatlıkla elbise dolabına doğru yöneldi ve tek laf etmeden, beni oracıkta dehşetimle baş başa bıraktı.

Bölüm 3 by GiantessTurkish

Halil’in başına gelenlerden sonra Hanımefendim üstünü giyindi ve kahvaltısını yapmak üzere mutfağa gitti. Beni ve Yakup’u da yanına almaya karar vermişti. İkimiz kendisi in en sevdiği ayak hizmetkarlarıydık sonuçta. 

Kahvaltılık gevreğine süt ekleyip tekrar masaya dönene kadar bizi masaya bıraktı. Ardından bizi alıp yere koydu. Beni sağ ayağına, Yakup’u ise sol ayağına yerleştirdi ve bizi oturduğu tahtından izlerken, ellerini iki kez çırptı. İşin aslı bu, kendini tatmin etmesinden öte, gereksizdi. Zaten bizden bekleneni biliyorduk. Hemen diz çöküp benim boyumdaki başparmağını yalamaya başladım. Yakup da aynını yaptı. O da mutfak masasının üstüne koyduğu dizüstü bilgisayarından bir Friends bölümü açtı. Gevreğini kaşıklarken küçük hizmetkarlarının işini yapmasına izin verdi. 

Hanımefendim işinin yorgunluğunu atmak için dışarı çıkmayı planlıyordu. Selma Hanım ile birlikte birkaç arkadaşı, dışarıda kahve içmeye davet etmişlerdi. Genelde yaptığı gibi yanına aksesuar olarak birkaç oyuncağını almayı düşünmüştü. Bunun için Tuğba’yı ve beni seçmişti. Anlaşılan fazla mesai günü... Benim için boynuna astığı kafes şeklindeki kolyeyi uygun görmüştü. Beni dikkatlice açtığı küçük ve sık parmaklıklı kafesim içine yerleştirip kafesi tekrar kapattı. Kafesimi bıraktı ve momentumun beni hızlıca göğsüne çarpmasına izin verdi. Tuğba’yı ise her zaman olduğu gibi halhalının klipsine ustaca bağladı.

Hanımefendim her şeyin tamam olduğuna karar verdikten sonra son bir kez kendine bakmak için sokak kapısının yanındaki aynanın önüne geçti. Çok güzel ve büyüleyici görünüyordu. Tabi onun kalıbına bir kadın herhangi bir vaziyette çirkin olabilir miydi? Üstüne ince askılı bir pembe bluz giymişti. Altında yüksek bel mavi kot pantolon vardı. Bunları bembeyaz bir spor ayakkabıyla tamamlamıştı. Yüzündeyse sade bir makyaj vardı. Masmavi gözleri insanın yüreğini kıpırdatıyordu. Bense bluzunun zar zor zabıt ettiği göğüslerinin arasında çok küçük ve değersiz görünüyordum. Ancak O’nun bütün tanrıça aurasının bir parçası olmak, beni bile anlamlandırmıştı.

Hanımefendim evden çıktı ve Üstünlerin kullandığı otomobil isimle makineye doğru yürüdü. Yürürken her adımında büyük bir sarsıntıyla iki tepenin arasında savrulup duruyordum. Tuğba’nın durumunu düşünmek dahi istemiyordum. Makinenin koltuğuna oturdu ve onu elindeki aletle besleyip uyandırdı. Makineyi kullanırken onu hayranlıkla izliyordum. Önünde duran daire şeklindeki şeyi çeviriyor, bir yandan da ayağıyla aşağıdan bir pedala basıyordu. Sadece fiziksel değil, her alanda bizden sonsuz kat üstündü kesinlikle. 

Birkaç dakika sonra belirlenen yere gitmiş olacağız ki, Hanımefendim makinenin susmasını sağladı. Arkadaşları çoktan oturmuşlardı. 

“Selam kızlar. Kusura bakmayın geciktim biraz.” Hanımefendim hemen yanlarındaki boş bir tahta oturdu. 

Eliyle içinde bulunduğum kafesi okşayarak: “Bazı böceklerle uğraşmam gerekti de”

Gözde Hanım bana doğru bakarak sordu: “Yine ne yaptı küçük haşereler”

“Sormayın. Biri kendini masadan atmış. Bulduğumda kırılmış vaziyetteydi ben de uğraşamayıp attım çöpe. Zaten yenilerini alacaktım aklımdaydı.”

Kübra Hanım aşağılayıcı bir tavırla: “İyi yapmışsın vallahi. Zaten şu böceklerle niye uğraşıyorsun anlamıyorum. Ben mesela, haftada bir falan, alıyorum birkaç tane eğlence olsun diye. Stres atıyorum.”

“Doğru diyosun Kübracım da iyi oluyo bazen. Ayaklarımı ellerimi falan yaptırıyorum. Bazense sadece elime aldığım anda merhametime teslim olacak küçük yaratıkçıklarımın olması, iyi hissettiriyor ne yalan söyleyim” diyerek kıkırdadı. 

Selma Hanım da güldü: “Kızlar siz bunun böyle tatlılığına bakmayın. Moda girdiği zaman ne kadar azgın bir orospu olduğunu bilemezsiniz.” Bütün Tanrıçalar bu espriye güldü. “Bu arada ben de dün bitane aldım” diyerek çantasından bir Mini çıkardı. Erkekti. Elinde onunla oynarken devam etti: “Bazen iyi oluyor ya. Her ne kadar işe yaramaz küçük böcekler olsalar da stres oyuncağı olarak iyiler” avucunun içinde sıkıp durmaya devam etti. Hepsi aynı anda güldüklerinde adeta bir fırtına koptu. Sağır olmamak için kulaklarımı kapadım. 

Oturan Tanrıçaların da yukarısından bir ses duyuldu: “Hoş geldiniz. Siparişinizi alabilir miyim.”

Gelen garson kıza siparişlerini verip koyu bir sohbete daldılar. Onların huzurundaki kullar olarak bize dinlemekten başka bir şey düşmezdi. Biz de bunu yaptık.


Bölüm 4 by GiantessTurkish

Hanımefendim, kafeden ayrılıp arabasına doğru yürümeye başlamadan önce, arkadaşlarıyla öpüşüp vedalaştı. 

“Görüşürüz kızlar.”

Sıradaki durağımız minishop olmuştu. Kafeden bir kaç yüz metre ötede olan bu dükkan, farklı cinsten minilerin ve minilerle ilgili akla gelebilecek her şeyin bulunabildiği bir merkezdi. Anlaşılan Hanımefendim kendine yeni oyuncaklar alacaktı. Kapıdan girdiğimizde manzara inanılmazdı. Duvarlar boydan boya akvaryumlarla kaplıydı. Farklı boyutlarda ve renklerde yüzden fazlası üst üste ve alt alta istif edilmişti. İçlerinde ise her türden mini bulunuyordu. Tavandan sarkan kafesler de vardı. Bu kadar oyuncağa kimin ihtiyacı vardı ki? Birden aklıma Kübra Hanım’ın sözleri geldi. Haftada bir kez kendine yeni oyuncak alıyordu. Bu demek oluyor ki her hafta belli sayıda oyuncağını kullanılamaz hale getiriyordu. Dahası, görünüşe göre onun gibi olan Üstün sayısı hiç de az değildi. 

“Kolay gelsin. Şu köşedekilerin fiyatlarını öğrenebilir miyim acaba?”

Dükkan sahibi kadın yardımcı olmak için yanımıza geldi. “Tabi hemen yardımcı olayım. Bakalım.” akvaryumlardan birini işaret etti “Bu gördüğünüz akvaryumdakiler 20 lira. Hemen yanındakiler 16 lira. Tek kullanımlık bir şey bakıyorsanız en alttakiler 7 lira ve üç tane alırsanız dördüncü bedava.”

“Hmm bakalım... O zaman madem indirim var, şu alttakilerden bi... dört tane alayım. Ya da sekiz olsun. İki tane de şu şekerlerden olsun. Ayyy, ne kadar tatlılar.” Hanımefendim 20 liralıkların üstüne eğildi. Bu hareketi benim içinde bulunduğum kafesin de sarkmasına neden oldu. “Küçük böcekçikyey! Çohk tatyısınız siz.” Uzun ve kusursuz parmaklarıyla akvaryumun camını tıklatırken bir yandan da bir bebekle ya da bir köpek yavrusuyla konuşurmuşçasına içerideki yaratıklara seslendi. 

Dükkan sahibi söze girdi. 

“Kolyeniz çok hoşmuş. Nereden aldınız.”

Hanımefendim doğruldu ve kafesimi tepesindeki zincirden tutarak havaya kaldırdı. “A bu mu? Evet ben de çok seviyorum. Biraz eski moda ama olsun. Yeni tarz aksesuarlar minikleri çok daha yaratıcı kullanıyor.”

Dükkan sahibi hafifçe eğilerek parmağıyla kafese dokundu. İleri geri sallanmaya başladım ve durduğumda midem ağzıma gelmişti. Bu orta yaşlı Tanrıça benim hanımımla kıyaslanamaz elbette. Lakin onun da kendine has, olgun bir güzelliği vardı. Vücudu göz alıcıydı. Ama hiçbir şekilde kendimi onun ayağı altında hizmet ederken düşünemiyordum. Ben sadece bir Tanrıçaya hizmet edebilirdim. 

“İçindeki böcek pek çirkinmiş ama. Ben size daha güzel birini vereyim şimdi.” Olgun Tanrıça tekrar doğruldu akvaryumun üstündeki kapağı açtı. Bakımlı elini içeri daldırdı. Tekrar çıkardığında elinde iki tane mini tutuyordu. Bir tanesi çok güzel sarışın bir dişiydi. Diğeri ise uzun boylu ve fit vücutlu bir erkekti. “Bakın bu kız tam size uygun. Kafesin içinde çok hoş görünür.”

“Çok güzel. Şu diğeri de halhalımda güzel durabilir. Şimdikini alalı uzun zaman oldu.”

“Halhal mı takarsınız.”

Hanımefendim ona ayağını işaret etti gözüyle. Hafifçe kaldırdı ayakkabısını. Çok uzakta Tuğba’yı görebiliyordum. Zavallı kız uzun yürüyüşlerin ardından helak olmuş, yarı baygın vaziyetteydi. Kendisine adeta cennetten aşağı doğru bakan iki Tanrıçaydı gördüğünde iyice fenalaştı. 

“Evet baya eskimiş. Bunu kullanabilirsiniz.” Elindekini gösterdi. 

“Tamam o ikisini alıyorum.”

“Pekala hemen taşıyıcıya koyayım.” Dükkan sahibi kasanın bulunduğu masanın altından bir konteyner çıkardı. İkisini de içine yerleştirip kapağı kapattı. Yanımıza döndü ve taşıyıcı konteynerin tutamacını Hanımefendimin eline verdi. 

“8 tane de tek kullanımlık veriyorum.”

Sahibim başını salladı. “Evet lütfen.”

Dükkan sahibi en alttaki akvaryuma eğilip kapağını açtı. Pantolonunun cebinden ufak bir maşa çıkardı. Onu kullanarak akvaryumdan çıkardığı minileri hızlıca yandan çıkardığı kese kağıdına doldurmaya başladı. Fakat acele ederken kaza eseri bir tanesini yere düşürdü. “Ah, tüh yazık oldu.” Devasa kadın yere düşen miniğe baktı. Hala yaşıyordu ve hatta ayağa kalkmış uzaklaşmaya çalışıyordu. Ama dükkan sahibi ona fırsat vermedi. “Hasarlı ürün vermem ben müşterime.” Hemen doğruldu ve bir adım atar gibi ayağını, topallayarak kaçmaya çalışan mininin üzerine götürdü. Küçük yaratık daha neye uğradığını anlayamadan dev tanrıça bütün gücüyle ayağını yere vurdu. Mini, o anda kısa topuklu ayakkabının altında ezilmişti. Daha doğrusu bir balon gibi patladı desem daha doğru olabilir. Üstünün baldırındaki kuvvet miniye çok fazla gelmişti. 

“Bunlar sadece çelimsiz ve iğrenç olduklarından değil, aptal oldukları için de ucuzlar. Çoğunlukla ezip stres atmak için alıyorlar onları. Ama küçük çerezler olarak alanlar da oluyor tabi. Bana sorarsan bu yaratıklara ayağımızın altında ezilmek bile fazla onurlu bir amaç.” Bunları söylerken yüzünde bir iğrenmeyle ayağını ileri geri hareket ettiriyordu. Tekrar ayağını diğerinin yanına getirdiğinde yerdeki lekeyi gördüm. Daha önce bir canlının bedeni olmuş olabileceğine dair hiçbir fikir uyandırmıyordu geriye kalan parçalar. 

“Bence de haklısınız. Küçük böcekler gibiler.” 

Dükkan sahibi tekrar akvaryuma eğildi ve artık tamamen dehşete düşmüş minilerden maşa yardımıyla elindeki kese kağıdını sekize tamamladı. 

“Buyurun” diyerek kese kağıdını uzattı. “Şimdi. 21, 42... Toplam 82 yaptı.”

Sahibim kese kağıdını taşıyıcıyla aynı elinde tutmaya çalışırken cüzdanını çıkarmakta biraz zorlansa da, sonunda parayı çıkarıp vermeyi başardı. “Şöyle vereyim. Çok teşekkürler kolay gelsin.”

“Ben teşekkür ederim. Yine bekleriz efendim.”

Sahibim elinde aldığı minilerle dükkandan çıktı ve hareket makinesine bindi ve evine doğru sürdü. 

Bölüm 5 by GiantessTurkish

Eve vardığımızda hava kararmaya başlamıştı. Hanım efendim üstünü değiştirmeye, odasına gitmeden elindekileri oturma odasındaki sehpaya bıraktı. Odasındaki kıyafet odasındaki kıyafet odasına girdi. Üstündeki bluzu çıkarırken kafesimin içinden onu karşımızdaki aynadan seyrettim. Bunu yapabilmemin nedeni ilgi odağının benden çok uzak olmasıydı. Mavi gözlerinin odak noktası benden çok uzaktı. Bluzu çıkardığında iri göğüsleri iki yanımda hareket eden birer dağ gibi sallanmaya başlamıştı. Göğüs uçları kafam kadardı. Bluzunu yere attıktan sonra ayakkabısını çıkardı. Pantolonunu ayaklarına indirdi ve bacağını tek hareketiyle bluzunun yanına fırlattı. Bu sırada hala halhala bağlı Tuğba bir bez bebek gibi ayağında sallandı. 

Yatak odasına tekrar geçtiğinde sadece ince külotu üzerindeydi. Yatağına oturdu ve önce Tuğba’yı, ardından da beni aksesuarlarından çıkarıp hafifçe iki ayağına ortasına, yere fırlattı. Diğerleri, korkmuş olacaklar, ayakkabı kutusunun içindeydi. Hanımımız bunu görünce kızmıştı. Odayı inleten bir sesle kutunun içindekilere emretti: “Çabuk dışarı!” Bütün oyuncakları anında ayağına dökülmüştü. Hanımefendimizin biraz daha kızarsa sonucun ne olacağını çok iyi bilirdi herkes. Bize kafasını dahi eğmeden, burnunun ve mükemmel vücudunun üstünden bakıyordu. Elleri belinde duruyordu. Tam bir Tanrıça gibiydi. Yüzünde bir aşağılama ifadesi vardı. 

Fazla süre bu halde durmadı. Gidip kıyafet odasından bugün giydiği beyaz Nikelarını ve dünden kalan koyu kırmızı renkte topuklularını getirdi. 

“Akşama kadar bunlar tertemiz olacak.” derken işaret etti. Ardından yeri sarsan adımlarla odadan çıkıp oturma odasına yöneldi. Biz ise hiç duraksamadan işe koyulduk. 

... 

Dört saat sonra işin çoğu bitmişti. Hanımımız sağ elinin avucunda yeni aldığı iki oyuncakla içeri girdi. Ayakkabısının etrafında çalışan bize bir bakışıyla bile kutsamadan devam etti. Onları nazikçe başucundaki komodin bıraktı ve başlarını işaret parmağıyla başlarını sırayla okşadı. “Aferin size, bugün çok usluydunuz. Annenizi çok iyi hizmet ettiniz.” Hemen arkalarındaki gece lambasını açtı. Altlarındaki çekmeceden okuma kitabını ve gözlüğümü çıkardı. Yaz gecesi olduğundan çırılçıplak yatağa uzandı. Daha sonra gülümseyerek ikiliye doğru döndü. “Son bi görev daha verdim size. Atlayın bakalım” derken onlara elini, avucu üste bakacak şekilde uzattı. İkili hiç duraksamadan hevesle eline atladılar. 

Hanımefendim onları uçları havaya bakan ayaklarının önüne bıraktı. Daha fazla söze ihtiyaç duymadan harekete geçtiler. Erkek sağa ve dişi sola yöneldi. Hanımımsa rahatça uzanırken bir Tanrıça asaleti ile kitabını okumaya başladı. Küçük kulları da bu Tanrıçaya bütün hevesleriyle tapınıyor, ayaklarını öpüp yalıyorlardı. Bizse bunun yerine ayakkabılarıyla yetinmeliydik. Ah onların yerinde olmak için sağ kulağımı verirdim. 

Görevimiz tamamlandıktan sonra yuvamıza dönüp yattık. Ne gündü...


Bölüm 6 by GiantessTurkish

22 Eylül Pazartesi


Bölüm 6


Sahibim hafta içi her sabah kalkıp para kazandığı yere giderdi. Biz ise sahibimiz dışarıdayken bize verdiği işleri yapardık. Ayakkabılarını temizlemek, küveti fırçalamak, yerleri silmek bunlardan bazılarıydı. Bugünkü görevimiz sonuncusuydu. Bunun en büyük nedeni ise dün geceden kalan,yerdeki ceset kalıntısıydı. 


Önceki gece... 


Kitabını bitirmişti. Gözlüğünü çıkarıp komodinin üstüne bıraktı. Derince esnerken dirseklerini iki yana açtı. Elindeki kitabı gözlüğün yanına bıraktı ve yatağında hafifçe doğruldu. Ayakuçlarının üstünden hevesli bir şekilde çalışmaya devam eden minik yaratıklara bir göz gezdirdi. Sahiplerinin onlara baktığını gördükten sonra işlerine ara verdiler ve birer süs köpeği gibi oturup beklediler. O da bu itaatkarlıklarını bir gülümsemeyle onurlandırdı. “Aferin” diyerek işaret parmağının ucuyla başlarını okşadı. Zarif bir hareketle bacaklarını onların üzerinden geçirdi ve yataktan aşağı sarkıttı. O anda gözü yerdeki minik hizmetkarlarına doğru kaydı. Minik fareler gibi ayaklarından uzağa, güvenli olduklarını düşündükleri alanlara doğru kaçışıyorlardı.


Derin ama bir o kadar kadınsı sesiyle konuştu:“Hadi çocuklar. Çekilin de yanlışlıkla ezmeyim sizi.” Ellerinin hareketiyle bizi ayağının altından kovaladı. İçlerinden birinin geride kaldığını gördü. Büyülenmişçesine ona bakıyordu. Kullarını böyle etkilemiş olmak bu devasa tanrıçayı eğlendirse de bunun için zamanı yoktu. Sağ ayağını hafifçe öne doğru savurup baş parmağıyla minik yaratığın kafasına vurdu. Onun için gücünün ufacık bir kısmını kullandığı basit bir hareket olsa da zavallı yaratık için karşı durabileceğinin çok üstünde bir darbeydi. Birkaç santimetre geri düşerken kafasını yere çarptı. Burnundan ve dudaklarından kan geliyordu.


“Ben daha şimdi ne dedim? Ayağımın altından çekilin dedim değil mi? Eğer bir kere daha itaatsizlik edersen sana daha büyük bir ceza vericem, böcek.”

“L-lütfen beni bağışlayın. Bir daha olmayacak”

“Senin iyiliğin için bir daha olmamasını umuyorum”


Ayaklarını yere koydu ve yataktan kalktı. Güçlü bacaklarınıesnetmek için elleriyle tavana doğru uzandı. Gözleri tekrar yere doğru indiğinde minik hizmetkarlarının yolunu tamamen açtığını fark etti. Büyük bir keyifle güldü ve banyoya yöneldi. Aynada kendine bir bakış attıktan sonra yüzünü sabunla yıkadı. Dişlerimi fırçaladıktan ve yüzüne nemlendirici keremle masaj yaptı. Banyodan çıkıp yatak odasına tekrar döndüğünde yerdeki minikleri ayakkabılarının yanında diz çökerken buldu. 

Çıkardıkları işe göz atmak için yaklaştı. Ayakkabılarını tek eliyle göz hizasına kaldırdı ve parladıklarını fark etti. Tekrar aşağı baktığında diz çökmek olanlardan bazılarının ayağına tapınmaya başladığını gördü. Bir tanesi sağ ayağının üzerine çıkmış bileğine sarılmaya çalışıyordu. İlk andaki şaşkınlığın ardından gök gürültüsünü andıran bir kahkaha patlak verdi. Tanrıçanın gülüşü yerdeki kullarının kemiklerini titretecek kadar kuvvetliydi.


“Sizi yerim ben ya!”


Bu cümle zemin seviyesinde bir gerginliğe sebep oldu. Bunu fark edentanrıçaları aptallıklarıyla daha da eğlendi. “Şapşal şeyler sizi. Sizi gerçekten yiyecek değilim. Zaten hepinizi toplasam en fazla ufak bir atıştırmalık edersiniz” diyerek bir kahkaha daha attı.

“Bi dakika... Siz beni kıskandınız mı bakim? Yataktankilerle oynayınca kıskandınız mı beni bakim? “


Kimseden ses gelmeyince hareketlendi. Önce ayağındaki maceracı minikten kurtulmak için ayağını silkeledi. Küçük şey bir anda kendini yerde buluverdi. Sonra yatağa eliyle uzanıp bıraktığı oyuncaklarını tek eliyle yakaladı. Devasa elinde tamamen gözden kayboldular. Seslerine bakılırsa ani hareket onları ürkütmüştü. Öte yandan ne kadar sahiplerine bağlı oldukları düşünülürse heyecanlanmış da olabilirlerdi.


Alaycı bir tavırlar onları azarladı: "Kesin ciyaklamayı. Küçük birer fare yavrusu gibisiniz. Biliyorum annenizi özlediniz ama sadece birkaç dakika oldu abartmayın." 

Sesleri bir anda kesilmişti. 

"Uff gerçekten biraz rahatlamak istiyorum." diye söylendi kendi kendine. Uzun süredir işiyle çok meşguldü ve bu kendilerinde bir stres birikmesine neden olmuştu. Bunu her gün yaptığı sayısız telefon görüşmelerinden ve iş mesai haricinde ışıklı makinesiyle geçirdiği saatlerden anlamak, ufak beyinli hizmetkarları için bile zor olmamıştı. 


Daha önce sahibelerinin eve karşı cinsten insanlar getirdiğine tanık olmuşlardı. Her birinin hafızasına kazınan şekilde bu çoğu zaman içlerinden bazılarının oyuncak olarak olaya dahil edilmeleriyle sonuçlanmıştı. Sahibeleri onları kullanmayı seviyordu ve evine aldığı erkeklerin de buna tanık olmaktan hoşlanmadığını söylemek zordu. Aynı şey sonsuz kat daha zayıf ve aşağı olan minikler için söylenemezdi. Bu devlerin arasında kalmak her zaman ufak sakatlıklara, hatta bazen büyük yaralanmalara neden olabiliyordu. 


İşte bu sebepten dolayı minik hizmetkarlar, sahibelerinin seks hayatının son zamanda daha sakin olmasında son derece memnunlardı. 


Elbette bu tamamen kurtuldukları anlamına gelmiyordu


"Demek anneyi mutlu etmek istiyorsunuz şekerlerim." genelde azgın olduğu zaman kullandığı çatallı sesi kullanarak elindekilerle konuştu. "Bu çok iyi... Aklımda tam da size uygun bir görev var. Ayaklarımın altında çalışırken sizi izlemek çok fena tahrik etti beni. Şimdi, buna bir çözüm bulmamız lazım. Sizce de öyle değil mi?" 


Elindeki itaatkar oyuncakları, dudukları son cümlelerden sonra afallamış gibilerdi. Dizleri üstünde durmuş sahibelerine boş boş bakıyorlardı


"Sizce de öyle değil mi!"


Ses adeta bütün odayı sallamıştı. Yerdekiler sesin şiddetinden korunmak için elleriyle kulaklarını kapattılar. Dev Tanrıçalarının elinde duran zavallılar ise buna vakit bile bulamayıp anlık bir sağırlık geçirdiler. İlk şoku atlattıktan sonra kafalarıyla onay verdiler. Sesiyle bile onlardan üstün olan bu Tanrıçanın gazabına tanık olmak istemiyorlardı.


"Çok güzel."


Sahibeleri elindekileri bırakmadan soyunmaya başladı. Üstündeki kalpli tişörtü çıkartıp yatağa bıraktıktan sonra pijama altını bacaklarından sıyırıp odanın öteki ucuna fırlattı. Onu siyah renkli külodu takip etti. Vücudu üzerinde sütyeni hariç bir şey kalmamıştı. Dolgun göğüsleri her an bu son kumaş parçasından kendileri kurtulmak üzere gibiydi. Vücudu bütün heybeti ve kutsallığıyla hizmetkarlarının gözleri önünde duruyordu. Her bir parçası sadece var olarak onlardan tapınılmayı talep ediyordu. Beyaz ve pürüzsüz teninin altında düzenli spor yapmasına borçlu olduğu kasları belirgindi. Seyretmelerine fazla zaman kalmadan hareket eden birer kuleyi andıran bacakları yatağa yöneldi. Bacak kasları devasa vücudunu büyük bir kolaylıkla taşırken geriliyordu. Zarif bir hareketle yatağına oturduktan sonra elindeki hizmetkarlarını sıkıca tutarken yerdeki hizmetkarlarına ise emrini verdi.


"Önümde diz çökün" herkes itaat etti. "Aferin. Şimdi bana doğru sürünmenizi istiyorum. Kalkan olursa sonuçlarına katlanır." herkes itaat etti. Bir bir bütün köleleri Tanrıçalarının ayak parmaklarına yaklaştı. Aralarındaki boyut farkı yakından daha da korku vericiydi. "Çok güzel. Ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Öğrettiğim gibi."


Ayaklarna tapınmaya, dillerini üzerine gezdirmeye, elleriyle ovmaya başladılar. Zekaları insanlar kadar yüksek olmasa da bu yaptıklarının sahibeleri için tahrik edici olduğunu biliyordu. Artık yaşamak istiyorlarsa bunu yapmaları gerektiğine dair O'nun tarafından şartlandırılmışlardı.


Onları izliyordu. Nasıl taptıklarını. O olmasa var olmalarının bir anlamı yoktu. O'nun için varlardı ve ölümleri O'nun için olacaktı. O'nun sayesinde varlardı ve bundan müteşekkir olduklarını belli etmek onların en büyük göreviydi. İstediği her şeyi yapmak üzere elinin altında bulunan bir grup böcek. Onundular.


Nefes alıp vermesi derinleşmeye başladı. Gözleri yavaşça yerden eline doğru kaydı. Yumruğu sıktığını farketti. Oyuncakları nefes almakta zorlanıyordu. Parmaklarını açtı ve avucunda soluklanmalarına izin verdi. Yeterince beklediğini düşündüğünde onlara hitap etti.


"Şu halinize bakın. Küçük... Savunmasız... Güçsüz... Gerçek anlamıyla avucumun içindesiniz." hafifçe gülümsedi. Aşağıda kendine tapan yaratıklara bakmadan bacaklarını iki yana araladı. Nereye bastığı umurunda değildi. Bir şekilde yoldan çekilip tekrar görev yerlerine dönecek kadar akılları vardı.


Öyle yaptılar. Ellerini ve dillerini hissetmek yüzünde bir gülümsemeye ve beyninde bir uyarılmaya neden oldu. Sol eli  Sağ elinin avucuna bakmaya devam etti.


"Ne olduğunuzu söyleyin bana."


Cevabın yine gecikmesi üzerine daha sert bir tonla tekrarladı: "Bana ne olduğunuzu söyleyin. Konuşabildiğinizi biliyorum!"


Tiz ve ürkek sesle aynı ağızdan merhamet umuduyla konuşmaya başladılar. "Lütfen yüce efendimiz... Küçük böcekleriz... Merhamet edin... Size hizmet etmemize izin verin... Sizin köleniz olmak istiyoruz..."


Duyduğu şeyler O'nu tatmin etti. "Evet... Küçük birer böceksiniz. Nasıl istersem kullanabilirim sizi. Bu konuda yapabileceğiniz tek şey merhametli olmam için bana yalvarmak. Sizden sonsuz kat daha üstünüm. Serçe parmağımın altında sizi ezebilirim. Eminim böyle bir ölüm zavallı varoluşunuzu az da olsa anlamlı kılardı."  


Gözleri tekrar ayaklarının etrafında biriken böcek sürüsüne döndü. "Hepiniz öylesiniz."


Devasa ayaklardan biri tahta zeminden yukarı doğru yükseldi. Etrafındaki hizmetkarları irkilerek geri çekildi. Tanrıçaları doğruca onlara bakıyordu. Yüzünde korkutucu bir ifade vardı. Nedenini merak etmeye kalmadan aynı ayak içlerinden birinin üzerine doğru inmeye başladı. Zavall hareket edecek vakti bile olamadan, saniyeler önce öptüğü ve okşadığı kütlenin ağırlığını bütün vücudundan hissetti. 


Diğerleri hemen o noktadan kaçışmaya çalıştılar. Geride bıraktıkları arkadaşlarının kaderi O'nun elindeydi ve bu konuda yapacak bir şeyleri olmadığını çok iyi biliyorlardı.


Şanssız adamın gövdesi ayağın tam altında kalmıştı. Kafası ise iki parmağın arasındaydı. Aralarındaki boşluktan tanrısal bir güzelliğe sahip yüzü odanın loş ışığında zor da olsa seçebiliyordu. Şehvetli bir ifadeyle ona bakıyordu.


Bu sırada yüzün sahibi, elindeki oyuncaklarında birini sütyeninden kurtardığı memesine doğru bastırıyordu. Avucu ile bütün organı kavramıştı ve küçük oyuncağı tam aradaydı. Uyarılmadan dolayı sertleşmiş meme ucu, minin yüz hizasındaydı.


"Dilini kullan" diyerek küçük kölesine emrini verdi. Ses ile ürken dişi hemen harekete geçti. Kafası kadar büyük olan meme ucunu mikroskobik boyutlarda bir köpek gibi yalamya başladı. Diğer yanda erkek olan el ile beraber aşağıya doğru tehlikeli bir yolculuğa çıkmıştı. Sahibesinin eli 10 santimetrelik bedenini sıkıca kavramış, bir mağarayı andıran cinsel organının önünde tutuyordu. Ne olacağını anladığı anda çok geçti. 


İçinde bulunduğu el onu devasa cinsel organın girişinden içeri doğru soktu. Bu hareketle senkronize bir şekilde bir inleme işitti. İçeride birkaç saniye kaldıktan sonra kendini dışarıda buldu. Tekrar içeri girmeden önce gördüğü son şey devasa kadının kendine doğru çevrilmiş yüzü olmuştu.


Aslında sahibelerinin gözleri vajina sokup çıkardığı oyuncakta değildi. Yavaş bir ritimle kendini tatmin etmeye başlarken ayağının etrafındaki köleleri, görevlerini yerine getirmeye devam ediyordu. Sağ ayağındaki hizmetkarları yere bastığında onlara hissettirdiği ölüm korkusunu üzerlerinden attıktan sonra işlerinin başına dönmüşlerdi. Altındaki böcek ise kıvranmaya ve kurtulmak için uğraşmaya devam ediyordu. Bu, O'na sadece daha çok haz veriyordu.


"Seni küçük solucan. Benden kurtulabileceğine gerçekten inanıyo musun? Hiç sanmıyorum." 


Adamın hareketliliği azalmadı. Can çekişen bir hayvan gibi kıvranıp çığlık atıyordu.


"Ayağımın altında... Ezilmeyi bekleyen bir böcek gibi. Yapacak hiç bir şeyin yok. Gidecek hiçbir yerin yok."


Sözleri ile beraber ritmi hızlanmaya başladı. Vajinasını uyarmak için kullandığı oyuncak sürtünmeden ve çarpmadan acı içinde bağırmaya başlamıştı. Elbette kulakları bunu duymuyordu bile. 


Ayağıyla yere daha fazla güç uygulamaya, ağırlığını iyiden iyiye bu uzvuna vermeye başladı. Bu, daha fazla çığlığa ve umutsuz kasılmalara neden oldu.


Ayağının altındaki solucanı yerde sürterken her hareketinde bir kelimeyi vurguladı: "Aptal... Küçük... Acınası... Böcek..."


Ritmi giderek artıyordu. Meme ucundaki köleyi bıraktı ve eliyle yatağa tutunarak dengede kalmaya çalıştı. Hayatı pahasına tutunan tutunan ve sallanan yaratığı görmek hafifçe gülümsemesine neden oldu. Daha yüksek sesle inlemeye başlamıştı.

Yaklaştığını hissediyordu. Elinin hızını artırdı. Bir yandan ayağında tapınan hizmetkarlarına bakıyordu. Gerçek bir Tanrıçaydı. Bu yatsınamazdı. 


"İsmimi bağırın köleler. Tanrıça Nazlı."


Hep bir ağızdan ismini zikretmeye başladılar. Bu düşündüklerinden de kolay olmuştu. Çünkü bu zaten hepsinin gerçek olduğuna inandığı şeydi. Kelimeler istemsizce ağızlarından dökülüyordu.


"Evet... Evet... Bana aitsiniz... Benim..."


Artık gelmek üzereydi. Ritmik şekilde elinin hareketini devam ettiriken kulakları, ismini haykıran minilerin seslerini dinliyorudu. Zevk seviyesi doruk noktaya ulaşmıştı. İnlemeleri bütün odayı sarsıyordu.


Yüksek şiddetli bir çığlık ve kaslarının kasılması aynı anda oldu. Çığlığı bütün odayı sarsmıştı. Çarşafları ıslaktı. Ayağının altındaki talihsiz yaratık ise basıncı kaldıramamış, bir üzüm tanesi gibi ezilmişti. 


Nefesi normal hızına dönmeye başlayan devasa kadın elindeki eğilip bükülmüş, cansız, küçük insan bedenini, kullanılmış bir peçete gibi iki parmağı arasında, ela renkli gözlerinin hemen önünde tuttu.    


"Zaten beş para etmezdi. İki katı büyüklüğünde penisler gördüm" diyerek kendi kendine kıkırdadı. Yatağının yanında yer alan çöp kutusuna fırlattı. Havada süzülürken cansız bedenin minik uzuvları rastgele savruldu. Tenekeden gelen hafif bir "tok" sesi duyuldu.


Nazlı kıkırdadı. "Tam isabet."


Hemen sonrasında gülümsemesi bir iğrenme ifadesine yerini bıraktı. Ayağının altındaki ıslaklığı farketmişti. 


"Iıyy iğrenç."


Hemen elinin ulaştığı komodinin üzerinden bir kağıt mendil aldı ve ayağının altındaki canlı kalıntılarını sildi. Zeminde bıraktığı leke ise karanlıkta dikkatinden kaçtı. 


Duşa girmek üzere ayağı kalktığında meme ucunda bir hareket hissetti. Orada bıraktığı böcek tutunmayı başarmakla kalmamış, memesinin üstüne çıkmıştı. Bundan etkilenen Nazlı iki parmağını cımbız gibi kullanıp küçük yaratığı yerdeki diğer kölelerin arasına bıraktı. "Anne uyumadan önce duş alırken siz de kaynaşın bakalım." dedi ve hafif bir kahkahayla kapıya yöneldi. Çıplak ayaklarından gelen ses ve sarsıntı her adımda zayıfladı.


Miniler sarsılmıştı ama sadakatlerinden en ufak kayıp yaşamadılar. O'ndan gelen O'na geri dönerdi.

This story archived at http://www.giantessworld.net/viewstory.php?sid=11760